Nisan 25, 2010

Nisan 23, 2010

en güzel 23 nisan :)


Bugüne kadar çocukken veya kazık kadarken katıldığım en güzel 23 nisan kutlaması... gerçekten çocuklar için yapılıyor en azından.. keyiflerince eğleniyorlar, eğlenceleri uğruna büyüklere posta bile koyuyorlar :)

şiir desen, şarkı desen yine var ..

sponsorlarla masalar kuruluyor Göcek'te her 23 nisan'da.Başta kültür ve turizm derneği olmak üzere göcek'in dernekleri, esnafı, otelleri.. kimi ararsanız orada. girişte birer papatya veriliyor çocuklara. her masada bir yaprağı işaretleniyor papatyanın.


şenliğe gelenler sadece göcekli çocuklar değil. Dalaman'dan, Ortaca'dan, hatta Fethiye'den otobüslerle çocuklar geliyor. Bu sene bir ilk olarak yurtdışından da misafirleri ağırladı şenlik.

22 nisan akşamı her grup müthiş gösteriler sundular. ben de makinamı yanıma almadığım için kafamı duvarlara vurdum :S

çoğu zaman geç doğduğum için hayıflanırım, ama bugün, bu şenliğe çocuk olarak yetişemediğime üzüldüm..
fotoğraflar: kemiKsiz - göcek/nisan 2010

Nisan 19, 2010


I say in speeches that a plausible mission of artists is to make people appreciate being alive at least a little bit. I am then asked if I know of any artists who pulled that off. 'The Beatles did'.
Kurt Vonnegut, Timequake 1997

incelemek için biraz büyütün, çok eğlenceli ;)


imza: michael deal

Nisan 13, 2010

Kerem gibi..


“Nâzım Hikmet’le 35 Yıl” Uyarlayan-Yöneten-Oynayan :Genco Erkal Müzik : Fazıl Say

Nisan 12, 2010

sükût..



I.
Yazamıyorum bile...

Dondu ağzım.. gelene eyvallah, gidene eyvallah..

Ben bu dehlize daha önce de saklanmıştım da sonra, var mıdır başka bir yolu daha diyerekten sıyrılmıştım ağzımdan, dile gelmiştim.
Açılmıştı bir kere büzülür müydü..

Kelebekler girdi ben ağzımı açınca içeri. Kediler sıvıştılar kapı aralığından, kaçmasınlar da eve dönsünler diye az sokak gezmedim.
Dişlerimin içine yerleşti bazı mahlûklar. Giderek derine işlediler, yerleri yurtları yoktur dedim, dokunmadım ama sonra beynime vardı ağrıları. Kanal tedavisiyle zor kurtardım. Ağzım dilim kesik içinde. Örümcek bile besledim bir ara..

Ben söyledim, el söyledi, elini beline koyan söyledi..
Ben susayım dedim, el susmadı, elini beline koyan hiç susmadı, bi de posta koydu..
Bir söz daha edeyim dedim, baktım kendimi duyamıyorum. Baktım benim de elim belimde..

Sustum..

Sözüm artık sözünün arkasında durana olsun madem..
sükût altın..
neyin sükûtu ? ..





II.
Kapı aralığından kaçtı kedi.. düştüm peşine, fırladım apartmandan sokağa. Koştur koştur bi düzlüğe geldim, ince uzun. Daldım sağdan ikinci yola.
Sokakta mavi bir apartman vardı, cumbalı. Hep açık penceresinden piyano sesleri gelirdi. Bir iki notadan sonra kediyi unuturdum. Cumbanın altına kurulmuş salıncakta sallanmaya koyuldum. Birkaç defa salıncaktan düşerek kendime geldim, dalmışım gündüz düşlerine, çocukluk işte..

Yanık bir miyavlama aklımı başıma getirdi, koşmaya devam ettim kedinin peşinden. Arayı kapatabilmek için bu sefer biraz daha hızlı tabi. ama gitgide ezberledim rotasını.

Sağdan döndüm mü köşeyi, kocaman bir duvar çıkardı karşıma.Çıkmaz bir sokak.. İlk seferinde kuytusunda aradım kediyi, ardına geçebileceği gelmemişti aklıma. Gerçi mutlaka denemiştir, nitekim tırnağındaki kireç kalıntıları ele verirdi oyuncuyu. Sonra keşfettim ki ; duvarın üzerinde değil ama yapışık olduğu binada bir kapı var , sokak kapısı görüntüsü verilmiş. Ama aslında bir geçit.. keskin sidik kokulu koridorlardan geçtikten sonra duvarın arkasına açılıyor. Bizimki nerede mi dersiniz.. sanki evde hiç maması yokmuş gibi parkın yanına saklanmış çöplerin tepesinde cirit atıyor. Beni görünce pırrrrr

Bir yanı çiçek, bir yanı ağaç yoldan yürüyüp, arasından sıvıştığı demir parmaklıklı kapısına vardım bahçenin. Kimin bahçesi burası ki; fütursuzca girişlerine izin veriyor herkesin. Ama dalları kırık ağaçların. Sağlam kalan azınlığın dışında, ya bükük çiçekler var ya da çiçekleri kalmamış dallar ayakta sadece. Garip ki her gelişimde yenileniyor sanki. Bir kamelya lazım buraya, öyle herkesin her sefer gelip kurulamayacağı.. kendi bahçesindeki dallara kıyamayıp, burayı yağmalayanların adım atamayacağı..

Parkın dışı sanki başka bir dünya. Bittiği yerde seyyar bir bulut beklemekte, en grisinden. Herkes ondan korkup kaçıyor. Üzerine bambu kamışları saplayanlar olmuş, suları içinden aksın da rengi açılsın diye.. ama su yerine kanı akmış, canı acımış bulutun. İç kanamadan morarmış yer yer. İçine kapanmış, o kapandıkça insanlar, köpekler, kuşlar avazları çıkana kadar bağırmış.. son gittiğimde yoktu ama yerini birkaç sokak serserisi almış.. kendini bahçenin kapısındaki demirlere geçirip intihar etmiş. Rivayete göre sularından bahçeye kanallar akmış, çimenlerin üzerinde yollar.. çimenler bu kadar suyu kaldıramayınca topraklar ortadaki yola süzülmüş. Mıknatısla çekilmiş demir tozları gibi yazılmışlar yere.. “sonunda..”

İleride solda bir yüncü dükkanı var. kediler onun baş belası ama ne hikmetse kapının önündeki sepete rengarek yumakları özenle yerleştiriyor her sabah. Kendi kaşınıyor, desek?.. bizimki hep tutturmuş bi mavi.. tuttuğu gibi ipinden iki ileri bi geri oynaya oynaya yolunu buluyor. oradan sürüyorum izini denizin kenarına kadar.. deniz kıyısına varmadan bir cadde geçmek gerekiyor. Her seferinde onun üzerindeki yaya geçidinde bitiyor yumağı keratanın. İnsanlar 4lü gruplar halinde geçilebiliyor buradan sadece. Yanlarında bir de evcil hayvanı karşıdan karşıya geçirme hakları var. 4 kişi olana kadar geçemiyorlar ama hayvanı beklemek zorunda değiller. Buna karşın kediler, köpekler insanları beklemek zorunda.. ne adalet ama! Geçerken gözleri bağlanıyor kedilerin ve hangi mahluakt geçecekse yere yakın.. 4lünün çıplak ayaklı olanının ayak kokusunu takip ederek buluyorlar karşı tarafı. Bu geçiş töreni sırasında sokak tamamen donuyor. Suların bile havada asılı kaldığını söyleyenler var..
Bekledim diğer üç kişiyi de, bana beyaz giysiler düştü..

İleride bir balıkçı kulübesi var ama ona sormak nafile.. yüzlerce kediyle uğraşıyor gün boyu, ben de sıvışıyorum kulübenin önünden.. oltasının sopasını kaydırıyor her seferinde ayaklarımın altından önce. Kurtarırsam, ikinci hamle baş hizamdan. Farkındaysam ne mutlu, değilsem zaten ilkinde düşüyorum. Hadi onu kurtardık, başarı hezeyanıyla dolup şiştiyse göğüs kafesim ikinci darbeyle kafam yerine geliyor, iniyorum. 2.sinden de kurtardığım bir defa oldu henüz, onda da cismim dünyada değil gibiydi zaten, kaçmadım ama kurtardım. Nasıl oldu ben de anlamadım..

Yoruluyorum bütün bu döngüden. Artık kediyi de düşünecek halim kalmıyor, gelirse gelir, gelmezse baksın başının çaresine. Eve ışınlanmak istiyorum adeta, omuzlarım yerçekiminden her adımda daha çok etkilenerekten varıyorum eve.. burnumda, var olmayan kahvenin kokusu.. yapmak uzun iş, bi pişiren olsa..şöyle bir ayaklarımı uzatsam.. derken iç acıtan bir feryat kopuyor, koltuğa kurulmuş bizimki.. az kalsın üzerine oturacaktım.. can havliyle zıplıyor o da, hop kaloriferin tepesinde camın kenarında alıyor yerini. Dışarının özlemi sarıyor yine sil baştan. Kedinin alzheimer.ı da böyle oluyor demek ki..

Bana böyle böyle öğretti; gelene eyvallah, gidene eyvallah demeyi..


III.
Yıl: 0307, ay: ilkdördün , gün: orman
Günün yemeği : kovukta ses titreşimleri, deniz tuzu, bir avuç azar, çikolatalı yıldız
Erkek ismi : elan
Kız ismi : neva
Günün marifeti : sükût
Günün kelimesi : tenakuz

Saatlikelebekmaarifi