Temmuz 04, 2012

gel,

bana anlat,
yaptığımı..

Haziran 15, 2012

a stranger



at the door..

fotoğraf: kemiKsiz / haziran 2012 - istanbul

Haziran 05, 2012

Mayıs 29, 2012

DiKKAT DEVLET! / BEWARE STATE!



by Rauf Köseman..

ne güzel söylemişsin..



keşke bu kadar erken göçmeseydin..
güzel uyu..

Nisan 27, 2012

zam(an)..


seneler birşey ifade etmemeye başladı.. 
ki; 1dk bile çokken bazen..
zaman kıvrım kıvrım bükülüp, bi yerleri yok oluyor, bi yerleri bel veriyor, o bellerde alabildiğine sinapslar..
yaşlanıyor muyum, yoksa einstein'ı anlamaya mı başlıyorum :)
bazen hele o kadar çok hissediyorum ki, o kadar bağırıyor ki, o zamandan bağımsız içimdeki nehir mi o artık, akış mı, bakış mı.. durmuyor, bi durmuyor.. bi duymuyor..

şu aklımı alan gönül durdukça içeride, izafiymiş yokluk,varlık & zaman..

hep burada, o an hep bu an..

fotoğraf: kemiKsiz, bozcaada/'06

Nisan 26, 2012

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN DUYURUSU VE "ÇERNOBİL ASLA" ETKİNLİKLERİ



Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Çernobil Felaketi‘nin 26. yılında çeşitli etkinliklerle nükleer santrallara karşı halkı uyaracak. NKP, ülkemizde Akkuyu ve Sinop için yürütülen nükleer santral kurma girişimlerini 26 Nisan Çarşamba günü Ankara‘da saat 18.00‘de gerçekleştirdiği kitlesel basın açıklaması ile protesto etti.

NKP‘nin "Çernobil Bir Daha Asla" başlıklı etkinlikleri 24 Nisan‘da Ankara‘da Yüksel Caddesi‘nde açılan imza standı ve Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği‘nin (AFSAD) "İklimler" konulu fotoğraf sergisi ile başladı. İmza standı ve sergi 27 Nisan tarihine kadar görülebilir.

NKP, felaketin yaşandığı 26 Nisan tarihinde ise Yüksel Caddesi‘nde İnsan Hakları Anıtı önünde saat 18.30‘da kitlesel basın açıklaması düzenleyecek. Aynı gün EMO Konferans Salonu‘nda da ücretsiz "Çernobil Unutulmayacak" film gösterimi gerçekleştirilecek. 30 yıllık bir gazetecilik ve yönetmelik deneyimine sahip olan, çingenelerin hakları ve nükleer enerji konularında seri belgeseller çekmiş olan Yönetmen Alain de Halleux tarafından Çernobil‘deki nükleer felaketten tam 25 yıl sonra çekilen bu belgesel filmde, 1986‘dan beri Ukrayna‘da yaşananlar ve kazanın günümüze etkileri ele alınıyor.

Mersin NKP ise Mersin Büyükşehir Belediyesi Taş Bina önünde 26 Nisan Perşembe günü saat 12.30‘da buluşarak düzenleyecekleri mitingle nükleer santral girişimini protesto edecek.

Etkinlikler kapsamında Sinop‘ta 28 Nisan Cumartesi günü "Nükleer Enerji, Çevre ve Sağlık" paneli düzenlenecek. Panele EMO Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Göltaş, Gazeteci-Enerji Analisti Özgür Gürbüz, Ankara Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı‘ndan Prof. Dr. Fatma Evyapan, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği‘nden (NÜSED) Dr. Derman Boztok katılacak. Panel, Melia Kasım Otel‘de 28 Nisan Salı günü saat 13.30‘da yapılacak.

İstanbul‘da ise 28 Nisan Cumartesi günü Göztepe Selami Çeşme Özgürlük Parkı‘nda 14.00-20.00 saatleri arasında "Nükleere İnat Yaşasın Hayat/Gökkuşağı Şenliği" gerçekleştirilecek. Şenlik kapsamında "Moğollar, Marsis, Serap Yağız-Taner Öngür, Teneke Trampet, Kara Güneş, Kül, Meluses, Nejat Yavaşoğulları, Neyse" adlı grup ve sanatçılar ücretsiz konser verecek.


geldiler & gittiler.. shearwater..


gidildi görüldü..
beğenildi..
Animal Joy'da ne var ne yok söyledi abiler, aralara da birkaç eski şarkı serpiştirdiler. Bunlardan biri ve ortamı birden ısıtan da "rooks" oldu.
Bir grubun elemanlarının hepsi mi sempatik olur? :)Sahnedeki enerjileri çok güzel, çok samimiler ve işlerini güzel yapıyoarlar. Sadece konserin sonunda doğru bateristin iyi ki de oturduğunu düşündüm. Ayakta olması gereken bir enstrüman çalıyor olsaydı, pek başarılı olabileceğini sanmıyorum, zira özellikle bis bölümünde başını zor taşıyordu :) Söylemeden geçemeyeceğim; Jonathan Meiburg'un gitar askısındaki yelkovankuşu iğnesi ayrıntısına ayrıca bayıldım.

Özetle güzel bir konser oldu..
Yine gelsinler, yine gidelim! :)

ve rooks'tan bir kaç satır madem..
"...
Underneath these cold stars
In this trembling light and he cries
Amen let their kingdom come tonight
Let this dream be realized "

fotoğraf : kemiKsiz, 19.04.2012-babylon/istanbul

Nisan 19, 2012

Dersaadet'te bir Shearwater..

Albümleri Matador Records’tan çıkan bir başarılı grup daha , nihayet Dersaadet’e geliyor bu gece; Shearwater!
İndie rock ile folk rock arasında seyreden müziklerinin başlangıcı eskilere dayanıyor. Okekrvil River’ın 2 üyesi olan Jonathan Meiburg and Will Sheff, ufaktan birlikte biraz daha yavaş birşeylerler çalmak için çalışmaya başlarlar. Derken 2001’de Texas’ta Shearwater kurulur. Bu eyalete karşı olan önyargımı yumuşatmayı başardıklarını da söyleyebilirim :)
Jonathan’ın eski eşi Kim Burke kontrabasıyla, Thor Harris de davul ve vibrafon performansıyla onlara katılır. Elinden çalgı kurtulmayan Howard Draper’ın da eklenmesiyle ses zenginliğini arttıran grubun ilk albümü The Dissolving Room'un ardından belli başlı albümlerini; Everybody Makes Mistakes, Thieves EP, Palo Santo, Rooks, Golden Archipelago ve son olarak bu senenin şubat ayında piyasaya sürülen Animal Joy olarak sıralayabiliriz.

Her ne kadar bugün İstanbul ayağı gerçekleşecek olan turne, son albümün şerefine yapılıyorsa da, kalbimi çaldıkları Rook albümünden de birkaç parçaya yer vereceklerini umuyorum. Bu albümden ”On the death of the waters”ı ilk dinlediğimde, önce nefeslerimi derinleştirip, ardından beni yükseklere fırlatmıştı :)

Grubu daha önce dinlemediyseniz, tanımak için Rook'tan başlamanızı önerebilirim. Son albümden birşeyler dinleyeyim derseniz; önerim “You as you were” olacaktır.. videosu da izlenmeye değer..
Grubun diğer bir özelliği de, doğaya olan hassaslıkları.. Ve bu albüm kapaklarından, müziklerine kadar tüm ayrıntılara yansıyor.
Sheawater,  berrak ve farklı vokali (Jonathan Meiburg), zengin enstrümanları , dingin ve melankolik  olmasına karşın yer yer patlayan, yükselip alçalan tınısıyla canlı dinlenmeyi hak ediyor :)
Bu gece Babylon’da 21:30'da!  önce Julie Dorin, ardından Shearwater sahne alıyor..
İyi eğlenceler! ;)

Mart 22, 2012

kalem..




fotoğraf:: kemiKsiz, istanbul - mart '12

Aşk ve Kedi


Kediye bir isim koymak lazımdı. Kedi, kediden başka her şeye benziyordu ve kedi kediden başka hiçbir şeye benzemiyordu. Tıpkı senin gibi… İşte bu yüzden bir isim vermek çok güçtü… Ona ‘Öte’ ismini verdim. Çünkü onda, gördüğümden çok daha fazlasının, çok daha ötesinin olduğunu görmüştüm. Daha doğrusu gördüğümü sanmıştım. Yani inanmıştım. İnanmaktan başka bir sözcük karşılayabilir mi halimi? Vehmetmek de diyebilirim. Dersem azalır mısın? Seni çoğaltan, seni sen yapan, seni sen sanan bensem eğer, fark eder mi ki? Zaten aşk dediğin, onu ‘O’ sanmak, ondan ‘O’ na ulaşmak, onu ‘O’ yapmak değil mi? Kendinin ötesinde bir öteye uzanmak değil mi?

Ama niye kimse düşemiyor artık aşka? Herkes aslında ‘O’nu ararken niye bir akşamda tükeniveriyor öteye uzanma ihtimali? Nasıl oluyor da bir gecede bitiyor bütün vehmedişlerimiz? Neden bir insan ‘tek’inde ihtimali kazıp çıkarmak yerine çok insanda ihtimaller arıyoruz? Yoksa ihtimallerin çokluğu mu ihtimali daraltan? Çokluk mu bizi yokluğa mahkum kılan? Çoklukta tekliği bulabilir miyiz? Derinlerde veya tepelerde aradığımızı, ancak dalarak veya uçarak bulabileceğimizi bize unutturan ne? Yatay düzlemin geniş ve sınırsız gibi görünen yüzeyinde rastgeldiğimiz olasılıkların çokluğu mu yoksa? Hepimiz ‘O’nu ararken neden kimse kimseye ‘O’ olamıyor? “Bu da O değil,” dedikçe, bir başka ‘O’ olma olasılığını kolaylıkla bulup, onu da tüketebildiğimiz için mi? Hepimiz hepimize birbirimizi tüketme fırsatını kolayca verdiğimiz için mi? Yenisini kolayca bulup, kolayca aldığımız için hiç emek vermediğimiz bir eşya gibi ya da sadece kapağına bakıp hiç okumadığımız; ama sırf bu yüzden içindeki olasılıkları görmediğimiz, göremediğimiz, -belki de yaşamın sırrını anlatan bir kelimeyi- gözden kaçırdığımız bir kitap gibi… Hiç bitmeyeceğini düşündüğümüz ve sonsuza kadar akacağını düşündüğümüz bu su, bizim dibi delik kovamızı doldurabilir mi?

Oysa seni bulmanın, senin ‘O’ olmanın yolu sende durmayı, sende beklemeyi, sende terlemeyi, sende uçmayı, sende boğulmayı istiyor. Seni benden başka kimse, beni de senden başka kimse ‘O’ kılamaz çünkü.

Sanıyorlar ki sende kalırsam, senle kalırsam ve sen de bende kalırsan, benle kalırsan geride kalan o sonsuz ihtimali kaybedeceğiz. Sanıyorlar ki sen benim ihtimallerimi, ben de seninkileri bitireceğiz. Oysa ben senin ihtimaller arasındaki biricikliğini seviyorum. Gitme şansım varken sende kalmayı seviyorum. Sende kalmanın derinliğini, sende durmanın ihtimallerini, sana birşey olacak diye korkmaları, seni görmek için uyanmaları, senin kolunu tutmaları seviyorum. Senin kolunu bırakmamdan korkmanı, senin kolunu tutamamaktan korkmamı seviyorum. İstersem gidebilme gücümü, istersen gidebilme gücünü ve bu güç bizdeyken gitmemelerimizi seviyorum. Israrla ve biteviye sende kalmayı seçişimi, seni okuya okuya bitiremeyişimi, senin içindeki özgürlüğümü seviyorum. Anahtarı ikimizde de olan bu kelepçenin bizi bağlamasını isteyişimizi, kelepçenin şakırtısını duymayınca ikimizin de gözlerinde beliren korkuyu seviyorum.

Kediye ‘Öte’ ismini koydum. Onu yaşamla ölümün, özgürlükle mahkumiyetin, bilinenle bilinmeyenin, çoklukla tekliğin, gitmelerle kalmaların tam arasında gördüm. Hem cesurdu hem de tedirgin. Seçim yapması gerekti çünkü. Seçmek özgür olmak demekti. Özgürlük ise zor işti. Sorumluluk demekti çünkü. Başka bir ihtimal yokken seçmek yoktu. Oysa bir ikincisi bile çıkması ihtimallerin seçmek demekti artık. Üç şey yapabilirdi güzeller güzeli ‘Öte’ cik… Bunlardan ikisi onu öyle ya da böyle mutlu ederdi. Üçüncüsü onu mutsuz kılacak tek seçenekti. Benimle gelmek veya orada kalmaktı yapabileceği iki şey. Üçüncüsü tam orta yerde beklemesi olurdu. Benimle gelse orada yaşayacaklarını, orada kalsa benimle yaşayacaklarını kaçıracaktı; ya da benimle gelse beraber yaşayacaklarımızı, kalsa orada yaşayacaklarını kazanacaktı. Ama her ikisini de yapmayıp tam yol ayrımında bekleseydi, sadece bekleyecekti. Hangisinin daha iyi bir fırsat, hangisinin daha iyi bir ihtimal olduğuna bir türlü karar veremediği için bekleyen ya da o kavşakta ayak üstü sevişenler gibi… Ya şunu kaçırırsam diye her gün sevişip aslında kimseyle gerçekten sevişmeyen, sevişmeleri asla kovalarını doldurmayanlar gibi… Herkesin, herkesin içine girdiğini sanırken; kimsenin, kimsenin içine girmediği giremediği o bomboş sevişmeler gibi. Yolların çokluğundan kararsız kalıp oradan dönme özgürlüklerini görmedikleri için korkarak kavşakta bekleyen, seçecekleri bir yolda görecekleri binlerce güzelliği kaçıran ya da o yolun devamındaki binlerce yeni ihtimali ıskalayanlar gibi… O ‘ıssız’ denen korkak ‘adam’lar ve o korkak kadınlar gibi…

Kedi, beni tercih etmese de ‘Öte’ ismini hak etti...
 
Cem Mumcu
 
 
 
fotoğraf:: KemiKsiz, istanbul - temmuz '11

Mart 06, 2012

Ocak 19, 2012

mesele sadece Hrant değil!


mesele devletin aymazlığı, iki yüzlülüğü, kendini kayıran poli-yüzlülüğüdür!
Hrant, Nedim, Başbuğ ve dahası sürahiyi taşıran, çağlatan damlalardır..
Bugünkü yürüyüş Hrant başlığında, Türkiye'deki her bireye adalet içindir!
Kim katılabiliyorsa, kimin yolu geçiyorsa, haydi sokağa!
Taksim meydani elmadağ yönünde toplanılıyor şu saatlerde. Yürüyüş Agos'a doğru.. sessiz ve pankartsız..

Ocak 17, 2012

hadi !

doymamış etler, doymamış egolar güruhu muyuz, bi duralım artık!
neyi neden arıyoruz, aynaları kırmayalım, yeter!
ne zaman doyacak bu bünye, neyin daha iyisi, daha fazlası!
anlamsız açgözlülüğümüzü görünce..
orada kusmaya başlayacağız!

günden güne büyüyen tıkanık bi düğüm var ya içimizdeki, hani her sabah birlikte uyanıp, bazen akşama kadar oyalayıp kendimizi, fark etmez olduğumuz..
işte ne zaman kusarsak doymazlığımızdan,
ne zaman yüzleşirsek peşinden koştuğumuz ile aslolan arasındaki farkla,
ve ne zaman farkedip yüzleşirsek aslolanın ellerimizde kalan kanıyla,
o zaman çözülmeye başlayacak o tıkanıklık..

iyileşme başlayacak bünyede, huzur kapıları aralayacak..
ve uyanmaktan korkmayacağız o zaman günden güne..

Ocak 15, 2012

hayatı ıskalama lüksün yok senin!

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak”yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurkende mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası…
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeterki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve ozaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
Nazım Hikmet Ran

Ocak 10, 2012

imza; bi dost..

Rüyama geldin, hoşgeldin. Bu sefer sabah uyanınca hatırlıyordum.

Yarı açıktı gözlerin, yarı açık gözlerle bile olsan dışarı atmıştın kendini, bir tekneye ve bir odaya.. zordur seni çıkarmak dışarılara, şaşırdım. Siz de gelin, dedin; bir daha şaşırdım. Sahi hangi şehirdeydik, neresiydi gittiğimiz deniz? Kat kat merdivenleri vardı teknenin. Kardeşimi de almamı tembihledin sıkı sıkı, tanımıyorsun çok, ama seversin onu. Şimdi senin boyunda, tanımazsın yanından geçsen.

Canın yanıyor gibiydi rüyamda. umarım iyisindir..

Ocak 02, 2012

daily illusion



İlüzyon deyince aklıma Ernst Bloch'un bir vecizesi geldi;

"When I get up in the morning, my daily prayer is, grant me today my illusion, my daily illusion. Due to the fact that illusions are necessary, have become necessary for life in a world completely devoid of a utopian conscience and utopian presentiment."

“Something’s Missing"



fotoğraf: kemiKsiz/ assos, '09

gerçek?

Ne kadar doğru!
Nereden alıntı bilmiyorum ama Nilay Örnek yazmış, habercilik camiasına dair; “Bu tür olaylarda (...) gelen ilk haberler önemlidir. Sonra ‘bir akıl’ toparlanır ve gerçek ölür”,diye.

Toplumsal olduğu kadar, bireysel ölçekte de çok doğru değil mi bu ifade! Farkında olmadığımız ama elimizin kolumuzun yaptığı birşey, ilk farkındalıkla gelen mutluluk, öfke, huzur, hırs, heyecanı, o her ne ise normalleştirip yitirmek! dengede hissetmek, ben de normalim, herkes gibiyim hissiyatının bünyeye yerleşmesi için belki de. Ya da nedeni ne olursa olsun..
istediğimiz gibi görmek adına, algıyı, salt gerçeğin bizde ve belki başkalarındaki yansımasını değiştiriyoruz.
Farklı yerlerden, başka gözlerden bakmak da güzel ve lazım da; haberin, yaşamın, olanın gerçekliği yitmeden! Ya da sadece işimize gelen bölümünün gerçekliğini ayırıp, kayırmadan.. Çevremizde yeterince ilüzyon var zaten..