Ekim 17, 2009

Ekim 14, 2009

Ekim 12, 2009

her gün bir adet fındık !!?!


Tay-yeep’in akp, fındık dikim alanını 642 bin hektardan, 406 bin hektara indiriyor(muş)!
Burada bir es’ verip, AB’nin bize dayatmak istediği istihdam planına göz atalım ;
buyurdukları; tarımı %10’a indirmek
Endüstri ( imalat ve inşaat) için de %20 lik bi kotaları var paşaların.
Hizmeti de, diyorlar ki; %70 yapacaksın! Yoksa..

Peki sonra... şimdi pulp fiction’ı yâd edip başa dönelim..
Sonra fındık dikim alanlarını düşüreceksin.
Biz mazotun fiyatını arttırıcaz, gübre ve ilaç fiyatlarını el değmez hale geitricez.ama senin mahsulûn fiyatı sabit kalacak..
Zaten sen dünyadaki en büyük pamuk ihracatçılarından biriyken, şimdi onun da %50’sini ithal eder durumdasın.
Alışıksın sen , dokunmaz sana.. ver coşkuyu..

küçük bir ayrıntı; Türkiye dünyada en çok fındık üreten ve ihraç eden memleket, yıllık cirosu 2 milyar doları bulabiliyor(du)..

Yorum sizin..

Hazır imkân varken, esirgemeyin.
Zira ileride kağıt yemek zorunda kalırsak, kafamız şimdiki kadar bile çalışamayacak..

yollarda

fotoğraf: kemiKsiz - bodrum/eylül '09

saddlepose

*ayın teması


ashes & snow

bulun & izleyin..








tamam olana dek devam.. ?

peki var mı bu -tamam- , nam-ı diğer -vecd- ? ..

yaşamın ucuna yolculuk..



"Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana- babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey.Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin “medeni durum” dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki... Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki.. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum.Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kurumlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, diriltiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanına ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum."



"ve bana geceler yetmiyor. günler yetmiyor. insan olmak yetmiyor. sözcükler, diller yetmiyor. bir an balkona çıkıyorum. güneşin berlin yapıları gerisinde nasıl batmaya uğraştığını görüyorum. insanlar arabalarını park ediyor. renkli, yeni arabalarını. park ediyorlar ya da hareket ediyorlar. yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkanlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. eşyalarla da öyle. yolculuklara dönüyorum. kentlerden sakladığım resimlere. duramam. artık bundan böyle acıları mutluluk olarak nitelendirmeye karar verdim. yaşamımın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı. ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: kendi dünyamın beklentisi. kendi odamda içebileceğim sabah çayının beklentisi..kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme. dün uzun süre balkonda oturdum. ağaçların tepeleri görünüyor. bugünlerde yavaş yavaş çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçların. zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda. ya da ikisi bütünleştiğinde. ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor: bırakılmışlığın tadı..duramam.."

Tezer Özlü..

Ekim 10, 2009

iyi ki doğdun..

life is what happens to you
while you're busy making other plans..


1gün atlamış olduk, sağlık olsun.. :)

Ekim 06, 2009

Ekim 05, 2009

scarlett & pete


huzurlarınızda "the break up album"
scarlett ile pete pek güzel söylemişler.
ben edindim ama sonra rapidshare yalan oldu.. :(
bulunuz artık bir yerlerden..

sormadan olmayacak; Allah'ım bu hatunu hangi ara yarattın? endam, güzellik, ses, ahenk... başka ne vardı.. ;)

Ekim 03, 2009

"dahi" anlamındaki...

Gözünüzü seveyim, doğru kullanın artık şu “de”leri, “da”ları..
Koca koca avukatlar, mühendisler, doktorlar, pazarlamacılar, şubuo olmuşsunuz ama “de” nerede ayrı yazılır, bağlaç olan “ki” hangisidir, oturmamış kafanıza da elinize de.
Zaten Türkçe’nin esamesinin okunmadığı dönemlere girmişiz, bir de siz arkadan vurmayın!
Beni en çok şaşırtanlar da, ellerinden kitap düşmeyen, dillerinden mürekkep silinmeyen zatlar oluyor. Yazık.. :)
Biraz daha özen!

Aklı selim birkaç kafadar bir site açmış bununla ilgili; http://www.dahianlamindakideayriyazilir.com/

son zamanlarda aktif olan bir site değil ama konuya ciğerinden parmak basmakta ;)