Kasım 09, 2009

gecelerden bir gece..

Önce alt köşeden başlıyorum. Daha önce birkaç ufak tefek söküğün hakkından gelmedim değil ama, dikişte usta olduğum da söylenemez. Yeşil iplik seçmemin de özel bir nedeni yok zaten. Ama ten rengiyle her zaman uyumlu olduğunu düşünmüşümdür. Özellikle de benimki gibi sarımtırak bir benziniz varsa.. Annemin öğrettiği makina dikişini yapmayı ben de isterdim tabi ama bu kadar kalın bir deride pek kullanışlı değil.
Bir taraftan dikip, bir taraftan da aynada kendime bakıyorum. Sağ köşe olmuş karşımda sol köşe. Hoş, görmesem böyle karşımda, farkında bile olamıycam kendi burnumu diktiğimin. Zerre acı hissetmedim zira şu ana kadar ki; ortalara geldim sayılır. İlginçtir kan da görünmüyor meydanlarda. Bir makasla sarhoş adımları takibinde kesilmiş ama ufalanmamış, parça pinçik püsküllenmemiş iki yakayı buluşturuyorum. Nasıl bu kadar hissiz olabiliyorum, anlamıyorum.. burnun aşağısındaki son kıvrımın kökünü takip ediyorum. Sanki flütün en küçük parçasını, ortadaki delikli bölüme monte eder gibi bir halim var. Bendeki sol, aynadaki sağ tarafa yaklaştıkça inceden bir sızı duyuyorum. Sanki burnumdaki her iğne darbesi, sinüsümün öbür ucunda sızlıyor. Burası biraz daha zorlayacak gibi.
Daha önce hiç bu kadar sıkı bir darbe yememiştim. O güne kadar dikişsiz atlattığım tüm badirelerden sonra, bırak hüsrana uğramayı, pamuklarda yatarım diye düşünüyordum. Ama kazın ayağı öyle değilmiş işte..
Geldik en kilit noktaya; düğüm. Yeterli büyüklükte olmazsa, bütün emekler boşa gider. Ama görünürse de dışarıdan, yaptığım işin anlamı kalmaz. En estetik şekilde kalkmak lazım altından, e şanımız yürüsün.. İki kere doluyorum düğümü çevresinde ve uzanan ipliği eğiyorum içeriye doğru. Müthiş bir manzara; yamalı burun. Yaması da orjnal, dikişi de.. ve artık biraz daha ağır.. burun da, ağlamak da, gülmek de..

2 yorum: