Mayıs 24, 2011

sana içlerindeki ışıkla dışlarındaki katran ve tüyü kapatarak yaklaşan ellerin, parmak aralarından akan kendi kanını gördüğünde, o kanları toplamaya bile tenezzül etme. yıkama o elleri, umutsuzca tekrar ararken gözünü kamaştıran ışığı.. herşey olduğuyla, kaldığıyla bir ve müsemma. diline tat olan sözlerin erişkinliği ispat sınavıdır bu. bağırmadan, taşları yiyerek gerekirse, camlı yolu yürüme sınavıdır..
hepsinin “bir”den geldiğini kabul ederek.. sonra hepsini bir çırpıda gerekirse boğazına parmak atıp kusmadan, dayan dayanabildiğin, öğütebildiğin yere kadar.. hatırla..
sonra geldğin bir yer var, müthiş kozmik. öyle ki; yok sanki. ve sanki sen de yoksun.

zaman, olmayan bi kelime. geçmiş yok. gelecek ergenliğindeki gibi bilinmez ve göz kırpan..
ve an, o an sonsuz kişi birarada içinde. ölmek anlamsız, doğmak uzak bi his..


orada safsatadır demirden sözler, ki ateşte yaktılar seni onca yıl, türlü derecelerde, türlü sebeplerle. onlar maketten güneşler.. kırıldı on yerinden kolların bacakların, değme uzuvların.. sanki yok hepsi, çok uzak ve anlamsız. ve sen çok çocuktun olurken tüm bunlar. ama bazen özledin o çocukluğu; kendini daha “doğru” hatırladığın. artık ne demekse bu doğru.. elinde bi kılıç.. teraziye göre kestiğin kararlar.. ve görebilmen insanların rengini.. özlersin bunu da, bilirim..

alaca içinde onlarca renk! dururlar birden! kaos ve ötenazi.. kayboluş ve yokoluş..

renksizlik; adı siyah! derken uzakta bir Pink Floyd hüzmesi. ayakların uçarcasına oraya çekilmesi. kütle çekim, halsiz çekim ve foto şipşak! bilinç kıvrım kıvrım kanatlı bir yokuçuş..

ardı sabah olunca..
uyanırsın.. gök başka, reçelin kokusu tadını geçmiş, rüzgâr ufaktan okşar.. o gün daha yakın herşey.. daha gerçek tüm yalanlar.. kustuğun bakışlardan, kulelerden, sözlerden açılan yerler.. ruhun akar başından aşağıya, bi yerleşir. yeni şeyler zamanıdır! ruhuna işkence etmeden, kabulûyle otuyla bokuyla bu evreni, kılıçtan geçirilmiş yaralarına balçıklar sıvanmıştır; sızısı ihmal edilen.
işte dönüyoruz durmadan.. herşey gibi.. dönmeden yaşayamayan her zerre gibi..




döne döne.. ardı..
bir pencereden girdim dün gece, belki sabaha karşı. ışık kopyasızdı. yerde beyaz bir etek ütülüyordum, uçları salkım salkım.. biri diyor ki; sadece sesini duyduğum; bu yola girdiysen sakin olacaksın.. bu yolda gitmekse isteğin sakin olacaksın. fevriliğe yer yok..
içim de bana bunu söyleyip durmadı mı yıllardır? bi yoldan falan bahsettiği yoktu ya, neticede gidiyoruz işte gündüz gece..


kendi hayatın üzerinde hüküm fakiri iken sen, başka hayatların hükmüne destursuz talip olur musun.. yolun ortasında mideni siyah tüller doldurmaz mı?
doldurmaz, dersin.. ordan da bi çıkış var.. öyle ya..


herşey pembe olacak diye bir kural yok şu alemde ve keza siyah olacak diye de. bi beyaz vardı bi yerlerde, kirli beyaz olsun deyip, üzerine kum serdiğin.. ona çıkış ararsın, bulursun da istersen. yeter ki takıldığın ruh, o ekruda kaldığını anlayan, bununla “tamam”da karar kılan olsun..


ve oradan muhabbet yürüsün bundan böyle, gelgitlere çekin o arkasını belli belirsiz gösteren tülleri. böylece başlasın raks, eteklerini döndürerekten, başında taç yaprakları, gözlerini dört bir yanda gezdirerekten.. her açıyı görsün, her kuytuyu bulsun duvarlardaki.. açılmadık, tartışılmadık sis bırakmasın..


haydi vira..

5 yorum:

  1. Kemiksiz merhaba ;

    Lunaparkları severim.. şahsen bende dönme dolaba biniyorum hep malumu vechin olduğu üzere...

    lakin lunaparklarda sevmediğim bişey var ki o da jetonu biten çocukların jeton gişessinin önünde ağlamaları , o inandıkları gerçeğin lunaparktan çıktıklarında sonlanacağını farketmeleri ...

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. lunapark senin gerçeğinse Achilles, bence içinde dönmeye devam edersin ;)

    YanıtlaSil
  4. dön baba dönelim aynı yere gelelim. (:

    YanıtlaSil
  5. merhabalar:)
    trübünlerde yerimi aldım:))
    takpteyimm...
    bende sizi beklerimm...
    saygılarımla...

    YanıtlaSil